İzleyiciler

14 Şubat 2016 Pazar

Aklımın Askılığı Yazıları-4






Engelli olmak..


Bugün yazdığım yazımı paylaşmak için google+ ya girdim ve toplulukları dolaşmaya başladım.
Bir site sahibi ablamın paylaştığı bir kaitap ile ilgili olan yazısı gözüme çarptı ve bende merak edip dayanamayarak okumak istedim. Evet dünya görüşümüz farklı olabilir ama insanları yargılamak bize düşmez. Belki de bizlerde ki gerçek engeller bunlardır ne dersiniz... O yayına yaptığım yorumu burada paylaşmak istiyorum ancak kişilere olan saygımdan ve isimlerini kullanmak için izin almamış olmamdan dolayı yorumda yazdığım adları kaldıracağım.

"İnsanları yargılarız hep ama bir de empati yapıp kendimizi onların yerine koyabilsek keşke... Evet benim de kırmızı cizgilerim, bir ahlak anlayışım, yaşama ve  insanlara , manevi değerlere, çevreme bir bakışım var bu kimilerine göre ön yargılı ama sonuçta bunların hepsiyle ben benim... Bu yüzden de karşımdaki insanında hayata,yaşama, insanlara, geleneklere,önyargılarına bir bakışı olduğunu düşünmeli ve saygı duymalıyım,duymalıyız... Birbirimizi hiç mi eleştirmeyelim diyecek belki bazıları hayır eleştirelim alalım iki fincan kahve geçelim bir masaya hem konuşup hem eleştirelim hem kendimizi hem karşımızdakini hemde dünyayı ama ne olursa olsun birbirimizi kırmayalım çünkü kıra kıra bu hale geldik... Ayrıldık ayrıştırıldık farklılaştırıldık suçlandık dışlandık ama hep suçu başkasında aradık... 
Kusuruma bakma arkadaşım/büyüğüm biraz uzun bir yorum oldu ama birini/sizi suçlamak için böyle bir CIMBIZ calışmasını görünce dayanamadım.
Ayrıca yorumlarınız ve yazılarınız içinde ayrıca teşekkür ederim şimdi aklıma gelmişken burasının da bu teşekkür için TAMDA yeri olduğunu düşünmüşken onuda yazayım. "

Evet başkalarını eleştirmek gerçekten çok kolay peki empati yapabiliyor muyuz? onların yerine kendimizi koyabiliyor muyuz? işte bu tam bir ölüm değil mi? Başarabilen kaç kişi var acaba bu milyarlarca olan dünya nüfusundan...

İki dostun iki arkadaşın belkide abla kardeş ilişkisi yaşayan iki kişinin böyle bloglar üzerinde birbirlerini eleştirmesi gerçekten acı bir olay bunu bu iki arkadaşımızın tüm affına sığınarak yazıyorum. Ama keşke bir masada buluşup beraber kahve içemeseler bile, bir telefon görüşmesi yapamasalar bile sadece mesajlaşarak birbirleriyle iletişim kurmları bile yeterli ya da birbirleriyle Sanal platformlarda TAM VE EKSİKSİZ bir iletişime geçip sadece bunu kendi ve karşılarında ki kişinin görebileceği bir mesajlaşma ile halledebilselerdi.

Bu tartışma ve konuyla pek bir ilgisi yok ama bir kaç blogda ve yorumda da okuduğum bu önyargılar konusunda da bir iki cümle yazmak istiyorum.
Bu zamanda bazılarımızın ön yargılarınızdan kurtulun dediği aslında insanların, toplumuzun, gelenek ve göreneklerimizin daha doğrusu bizi biz yapan TÜM DEĞERLERİN bir kenara bırakılması anlamını bile taşıyor. Hatta o kadar ki bazılarımız bunu bile aşıyor ve bir Türk olmaktan, bir müslüman olmaktan çok bir başka bir ülke başka bir millet vatandaşı gibi yaşıyor. BU O MİLLETLERİN TOPLUMLARIN % 100 KÖTÜ OLDUĞU ANLAMINDA DEĞİL AMA SONUÇTA BİZİ BİZ YAPANI BİR KENARA BIRAKIRSAK KAYIP OLUP GİDERİZ. Tarih bunun örnekleri ile dolu...

13 Şubat 2016 Cumartesi

Aklımın Askılığı Yazıları-3




Bilmiyorum Üstad



          Artık sokakta yürüyeceğim ya da Kızılaya, Ulusa, Sıhhiyeye gideceğim zaman vicdanımı evde bırakıyorum. Çünkü her sokak başında bir kadın bu soğukta battaniyeler üzerinde kucağında bir bebek yanında ise ya bir ya iki tane daha 3-5 yaş arası çocuk, öyle sokakta bekliyorlar. Belki bazılarınız kızacak ama yüreğim burguluyor üzülüyorum.
          
          Vicdanımı yanıma almıyorum artık gezeceğim zaman çünkü ne elimizden birşey geliyor ne de bir çare oluyor. O küçük masum gözler gelene geçene bakıyorlar ve anneler öyle çaresiz sessiz oturmuş bekliyorlar. Neyi bekliyor, neden oturuyor, peki o soğuk kışta, geceleri nereye gidiyor?  Üzülüyorum üstad bu insanlar ne yiyecek ne içecek diye üzülüyorum üstad bu insanlar geceleri nerede kalacak diye belki biraz da fazla mı takıyorum söyle bana üstad?
          
          Bilmiyorum yurdunu terk edip savaştan kaçmak mı kötü yoksa gittiğin sığındığın ülkede aç, sefil yaşamak mı kötü... Bilmiyorum üstad çocuklarının savaşta düşen bir bombadan ya da ansızın gelen bir kurşundan gözlerinin önünde kanlar içinde yatması mı kötü yoksa kaçtığın ülkede aç kalıp karnını doyuramaması, açlıktan geceleri uyuyamaması mı kötü, gerçekten bilmiyorum üstad...
          
          Bir solukta çıktığım yoldan bir solukta dönmek istiyorum. Öyle hızlı ve kolay... Gözlerim o acı bakışlardan uzakta kulaklarım o yalvarır seslerden uzakta bir an da eve geri dönmek istiyorum. Evet vicdanımı bıraktığım eve... Evet sıcak, rahat, konforlu ve huzurlu evime...
         
          Belki de ben çok çok fazla mı abartıyorum üstad ? Kusuruma bakma artık her ne kadar vicdanımı bir kenara bıraksamda, her ne kadar o insanlar beni, bizi ve bizim gibileri aldatsa da onları o halde görünce yine de üzülüyor insan be üstad...

12 Şubat 2016 Cuma

ZAMANA TAKILI KALMAK





ZAMANA TAKILI KALMAK

Evet fark ettim birisi zamanın fişini kesmiş arkadaş yayın yok artık.
Zaman akmayı bilmiyor unutmuş galiba dalgalara karşı kulaç atmasını belki de hiç farkında değildi -hep dalgaya karşı yüzdüğünün...
Bak geçmiyor artık dakikalar, saatler, günler. 
Kendisini bazen geri bile sarıyor...
Projektörün ışıkları artık aydınlatmaz olmuş o beyaz perdeleri. 
Beyazlar zaten çoktan gri olmuş hayatımızda, yerli yersiz...
Ve makinist unutmuş bütün gençliğini, geçmişi düşünmeden geleceğe koşacak sanki...
Bir adım kadar uzak gelse de,
Çoktan geçmiş kilometrelerce ondan yaşam.
Hep aynı filmi sarıp oynatmaktan,
O'da kabul eylemiş bu filmi böyle.
İşine de gelmiş alan memnun satan memnun ve herkes eğlencesinde nasıl olsa.
Ve herkes bugünü yaşayıp dününe dövünürken,
Geleceğine ant içip öylece övünürken
Nasılda gelip geçmiş ömür bir film şeridi gibi...
Zaman ne seni ne de beni yolcu kabul etmiş çoktan ayrılmış ilk duraktan. 
Akıyor ömür sadece biz hala karışığız
Ne bugünü yaşıyoruz ne geçmişi unutuyoruz...
Ne de kendimiz için geleceğe adım atıyoruz.
Bileti kesilmiş yolcuyuz ama sadece bilet kalmış elimizde,
Valizimiz bile o trende,otobüste,uçakta...
Ama biz ayakta sadece ufuğa baka kalmışız.
Ve fark ettik artık arkadaş birisi bize büyük bir kazık atmış...
Bu dünyanın halini anlatmayarak.

7 Şubat 2016 Pazar

KELİMELERİN SONSUZ DANSI


KELİMELERİN SONSUZ DANSI



Kitaplar esir düşmüş tozlu raflara.

Okunmuyor artık o kokulu sayfalar...

Emek harcanan göz nuru dökülen,

Kelimeler ile süslenen o yapraklar,

Şimdi sığdırılmak istenmiş cep sayfalara,

Birazda yazarların suçu değil mi?

Nerde o eski daktilo yazıları azizim...

Nerde o aşk tadında kelimeler ile yazılmış sayfalar,

Nerde o geceyi gündüze, gündüzü geceye çeviren sesler.

Her bir tuşun farklı tını,

Özel kılardı o güzel cümleyi,

Kelimelerin sonsuz dansı,

Hep hayaller dünyasına süreklerdi bizi...

Şimdi nerde o sayfalar azizim...

Ya ben tat almaz, göremez, duyamaz oldum

Ya ben kaybettim, beş duyumu ve hayallerimi

Ya da eskilerde kaldı o kokulu mis gibi sayfalar...

Aklımın Askılığı Yazıları - 2




Aklımın Askılığı Yazıları - 2


          Bir çok blog yazısını çekinmeden okurum. Hatta okumasını bloglarda bazen gizlice de olsa vakit geçirmesini severim. Bazılarına yorumda bırakıp kaçarım arkadaşlar yoruma cevap verseler bile bildirim almadığımdan ya da unuttuğumdan geri dönmeyişimde olabiliyor. İnsanların kendi duygu ve düşüncelerini yazıya dökmesine anlatmasına ve çekinmeden, korkmadan söylemesine hayranımdır. Bazı arkadaşlar bunu o kadar güzel ve tecrübeli yapıyorlar ki sanırsınız kırk yıllık yazarlar binlerce kitapları basılmış cilt cilt sayfalar çıkartmış ünlü yazarlar gibi her cümlesi veya her dizesi yazılarının.
          Şimdi bir kaç blogta gördüğüm hatta okurken düşündüğüm bir kaç cümleyi de burada kendi bloğumda tartışmak istedim. Ve bu yazı dizilerime de Aklımın Askılığı Yazıları olarak başlık atmayı uygun gördüm.
          Hafta içi rast gele bir bloga girdim konu başlığı dikkatimi çekmişti. Arkadaş yine yazmış kırk yıllık yazarlar gibi gayet güzel bir makale. İmla kurallarına gayet uygun akıcı ve fikirlerini sade anlamlı cümleler ile söylemiş. Kuyruk sıralarında kahvelerde ve sokakta bekleyen insanlar demiş ne de güzel vatan millet kurtarırlar. Kuyruk sırasında muhabbetlerde verir veriştirir ama oradan çıkınca unutur diyor arkadaşımız.         Ekmek kuyruğu, fatura kuyruğu ya da insan olma kuyruğu artık gerisi size kalmış...
         O kuyrukta bekleyen insanları biraz küçümsemiş biraz eleştirmiş benim biraz dediğime bakmayın ama onun pek bir tozu yok. Neden olsun ki ve olamazda zaten. Çünkü sırca köşkünden çıkıp halk arasına inmeyi bilmeyenler kuyrukta bekleyen o güzel yürekli insanımı zaten anlayamazlar. Anlasalarda işlerine gelmez neden mi çünkü onlar gibi düşünmüyorlar... Benim gibi de düşünmüyorlar bunu da dipnot olarak ekleyimde kimseler bu yazıdan siyasi bir anlam çıkarmaya kalkmasın.
         Üzülüyor tabi insan bunları görünce ve merak ediyor bunlara bu hakkı bu özgüveni ne veriyor diye...

         Biz bize sırtımızı döndüğümüzde kayıp ettik ve belki de bir daha hiç kazanamayacağız. Biz halktan kopupta kendimizi uzaylı gördüğümüzde kaybettik, Avrupa yı büyük medeniyet olarak tanıyıpta kendi soyumuzu, atalarımızı unuttuğumuzda küçümsediğimizde kayıp ettik de farkına varamıyoruz. Biz kapı komşumuzu, mahallemizi aptalca ayrımlara göre seçtiğimizde kayıp ettikde kazanabilsek.. Ve en önemlisi de biz bize saygı duymayı empati yapmayı unuttuğumuzda kayıp ettik de keşke hatırlayabilsek...

GÖNÜL HECELERİ




Ve elimden aldı kalemi,

Yazmaya başladı gönül.

Bembeyaz bir sayfaya...

Masmavi bir kalem ile,

Aklım ile karışık,

Gönlümün heceleri.

Ve birer birer düşüyor,

Kar kadar beyaz sayfalara.

Maksat muhabbet misali...

Derdi mısralara sığmak değildi.

Zaten içindekiler dünyaya yetmezdi,

Sadece bir uçundan tutmak,

Bir kısmınıda olsa anlatmak,

Belki de sadece paylaşmak...

Işte bütün derdi buydu.


5 Şubat 2016 Cuma

BİR GECE






Gecenin elleri üzerimde yine,
Gözlerim dolmuş ağlar yine,
Hasret kalan yüreğin sorar yine,
Nerede o sevgili, bulunmaz niye...

Aramayı bilmeyen gözlerde mi suç?
Yoksa duymayı bilmeyen yüreklerde mi?
Hiç hissetmeyen gönüllerde mi?
Bir sır olmuş susan dillerde mi...

Bizden kopan her parça bir ağaç mı ki
Dallar kurumuş kendinde bilmezler mi?
Herşeyi nefsinden bilenler
Bu yollar tozludur görmezler mi?